Gözü Değmek Ne Demek? – İktidarın, İdeolojinin ve Görmenin Siyaseti
Giriş: Gücün Bakışı Üzerine Bir Siyaset Bilimcinin Düşüncesi
Bir siyaset bilimci olarak beni en çok etkileyen şey, gücün daima bir bakışla başlamasıdır. Görmek ve görülmek arasındaki ilişki, toplumların iktidar yapılarını derinlemesine yansıtır. Bu nedenle, “gözü değmek” gibi gündelik bir deyim, aslında sadece bireysel bir inanç ya da batıl düşünce değildir. O, toplumun iktidar, denetim ve görünürlük üzerine kurduğu derin bir metafordur.
Peki birine “gözü değmek”, gerçekten sadece nazarla açıklanabilir mi?
Yoksa bu ifade, toplumsal düzenin gözle — yani denetimle — kurduğu görünmez bir iktidar ağını mı temsil eder?
Gözün Gücü: İktidarın Görsel Anatomisi
Tarih boyunca “göz”, iktidarın en etkili simgelerinden biri olmuştur. Devletin, kurumların ve ideolojilerin işleyişinde göz, hem izleyen hem de yönlendiren bir güçtür. Foucault’nun panoptikon modelinde olduğu gibi, göz her yerde hazır ve nazırdır.
Bu bağlamda “gözü değmek”, yalnızca bireysel bir etki değil, iktidarın bakışıyla harmanlanmış bir toplumsal deneyimdir.
Birine “gözü değmek” aslında bir güç aktarımıdır — farkında olunmadan etki eden bir enerji, bir dikkat ekonomisidir.
Toplum, bir bireyin dikkatini “fazla” çekmeyi daima tehlikeli bulur. Çünkü dikkat, gücün en incelikli biçimidir. Gözü değen kişi, farkında olmadan bir iktidar alanına dokunur.
Peki, gözün bu denli etkili olması, toplumun görünür olma arzusu kadar, görünmekten duyduğu korkunun da göstergesi olabilir mi?
İdeoloji, İnanç ve Gözün Siyaseti
“Gözü değmek” inancı, birçok kültürde ideolojik bir koruma mekanizması işlevi görür. Nazar, kıskançlık ya da dikkat gibi kavramlar, toplumsal dengeyi korumaya yönelik sembolik araçlardır.
Ancak siyaset bilimi açısından bu durum, sadece inanç değil, iktidarın duygusal düzenleme biçimidir.
Bir toplum, başarıyı ya da güzelliği “göz değmesi”yle açıklamaya başladığında, aslında bireysel potansiyeli kontrol altına alır.
Bu şekilde “aşırı parlayan” her birey, toplumsal düzen için potansiyel bir tehdit haline gelir.
Nazar inancı, bu tehdidi sembolik bir dille denetim altına alır:
“Çok dikkat çekme, yoksa gözü değer.”
Bu cümle, yalnızca bir uyarı değil; aynı zamanda itaatin ideolojik kodudur.
Yani “gözü değmek” sadece bir bireyin dikkatinin değil, sistemin gözetiminin de bir yansımasıdır.
Kadın ve Erkek Bakışlarının Siyaseti
Toplumsal cinsiyet açısından bakıldığında, “göz” her zaman aynı şekilde işlemez. Erkek bakışı çoğu zaman stratejik, kontrol edici ve sahiplenici bir güç biçimidir. Bu bakış, yönetenin, düzenleyenin, “gözü üstünde” olanın bakışıdır. Kadın bakışı ise daha katılımcı, empatik ve topluluk temellidir — o, “görmeyi” değil, “anlamayı” hedefler.
Dolayısıyla bir kadının “gözü değmekten korkması”, onun başkalarına zarar verme endişesinden çok, kendi varlığının aşırı görünür kılınmasından duyduğu kaygıyı yansıtır.
Kadının gözü değdiğinde, aslında sistem onun bakışını bile tehlikeli bulur.
Bu, bakışın cinsiyetlendirilmiş doğasının en çarpıcı örneklerinden biridir.
Peki, neden bazı bakışlar kutsal, bazıları lanetli sayılır?
Ve kim karar verir, kimin gözü değebilir ya da değemez?
Vatandaşlık, Görünürlük ve Gözetim
Modern devletin en önemli özelliği, vatandaşlarını “görür” hale getirmesidir.
Kimlik numaraları, kameralar, veri tabanları, sosyal medya — hepsi birer göz biçimidir.
Vatandaş, artık yalnızca görülen değil; kendini de göstermek zorunda kalan bir varlıktır.
Bu durumda “gözü değmek”, bir anlamda modern gözetim toplumunun mikro bir metaforudur.
Bir tweet, bir fotoğraf ya da bir başarı hikayesi…
Her paylaşım, bir bakışa maruz kalır — ve o bakış, tıpkı nazar gibi, etkiler, yönlendirir, dönüştürür.
İktidarın gözü değdiğinde, birey bir veri olur.
Toplumun gözü değdiğinde, birey bir imaja dönüşür.
Artık göz değmesi, fiziksel değil, dijital bir gerçekliktir.
Gözü Değmek: Görmenin Etik Sınırları
Siyasal düzlemde “göz değmesi”, bakışın gücü ve görmenin sorumluluğu arasındaki gerilimi temsil eder.
Birini görmek, aynı zamanda ona dokunmaktır. Göz değmesi, görünürlüğün iktidarını sorgulatır:
Birine baktığımızda, onu güçlendirir miyiz, yoksa zayıflatır mıyız?
Bu sorular, modern demokrasinin temel etik meselelerinden biridir.
Çünkü demokratik toplum, herkesin “görülme” hakkını savunurken, aynı zamanda “bakışın sınırını” da belirlemek zorundadır.
İktidar gözle başlar, ama adalet gözün ne kadar “değdiğiyle” ölçülür.
Sonuç: Bakışın Bedeli
“Gözü değmek ne demek?” sorusu, sadece bir halk inanışını değil, aynı zamanda iktidarın görünürlük stratejisini açığa çıkarır.
Her bakış bir iktidar eylemidir; her görülme hali bir güç müzakeresidir.
Gözü değmek, bazen kıskançlığın, bazen hayranlığın, bazen de iktidarın ta kendisidir.
Belki de asıl soru şudur: Biz, birbirimize bakarken mi güçleniyoruz, yoksa birbirimizi gözlerimizle mi tüketiyoruz?